Hafta İçi : 09:00-18:00
·

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi Kararı – Kefalet Sözleşmesinin Garanti Sözleşmesinden Farkı

T.C.

YARGITAY

13. HUKUK DAİRESİ

E. 1995/2878

K. 1995/3954

T. 18.4.1995

• ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN FİİLİNİ TAAHHÜT ( Bağımsız Bir Borç Teşkil Etmesi )

• GARANTİ SÖZLEŞMESİ ( Banka Taahhüdüne Güvenilerek Ev Satın Alınması )

• KEFALET SÖZLEŞMESİ ( Garanti Sözleşmesinden Farkı )

818/m.2,18,110,492,497

ÖZET : Bir sözleşmenin yorumunda; her iki tarafın gerek yanlışlıkla, gerek sözleşmedeki gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözlere ve isimlere bakılmayarak, onların gerçek ve ortak amaçlarını objektif iyiniyet kuralları altında değerlendirmek, gerçek istek ve iradelerini belirlemek önemlidir. Davalı bankanın; yüklenici firmanın edimlerinden dolayı ortaya çıkacak ekonomik açıdan zararlı eylemlerinin rizikosunu ( tehlikesini ) davacıya karşı sözleşme ile garanti etmesi halinde, bu sözleşme BK.nun 110. maddesinde sözü edilen “üçüncü kişinin fiilini taahhüt” niteliğinde bir garanti sözleşmesidir. Garanti sözleşmesi, fer’i nitelikte olmayan bir sözleşmedir. Garanti veren işin tehlikelerini ( riskini ) fer’i olmayan bağımsız bir taahhütle kısmen veya tümüyle üzerine almaktadır. BK.nun 110. maddesinde sözü edilen zarar olumlu ( müsbet ) zarardır ve zararın ortaya çıkması ile muaccel olur.

Kefalette kefilin borcu fer’i nitelikte bulunmasına karşın garanti veren kimsenin borcu fer’i olmayıp bağımsızdır. O nedenle, kefalet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluk, alacaklı ile üçüncü kişi arasındaki borç ilişkisi hukuken geçerli olduğu sürece devam eder. Asıl borç herhangi bir nedenle ortadan kalkınca kefil borçtan kurtulur. Garanti sözleşmesinde ise üçüncü kişinin yükümlülüğü sona ermez. ( YİBK., 13.12.1967 gün ve E: 1966/16, K: 1967/7 s. ) ( YİBK., 11.6.1969 gün ve 4/6 s. )

DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı; davalı ……Bankası’nın 1989 yılı sonu ve 1990 yılı itibarıyla basına ve medyaya vermiş olduğu ilanlar ile “Antalya Evleri Projesi” adı altında projeyi kamuya sunarak, bu projeden ilan etmiş olduğu fiyatlar üzerinden satın alacak vatandaşlara karşı taahhüt ve vaatte bulunduğunu, …… Bankası’nın ismine ve taahhüdüne güvenerek 153.12 m2 alanında bir daireyi o zaman ilan fiyatı olan 88.200.000 TL. nın tümünü peşin ödeyerek 9.5.1990 tarihinde haricen satın aldığını, 1991 yılında teslimi kararlaştırıldığı halde yaklaşık 3,5 yıl sonra “Antalya Evleri Projesinin gerçekleşme imkanının kalmadığını bir yazı ile davalının bildirerek taahhüdünü yerine getirmekten kaçındığını ve ödediği 88.200.000 TL. nı davalı bankanın 9.5.1990 tarihinden itibaren kullandığını, paranın mürekkep faizli bakiyesinin 800.000.000 TL.; emsal daire bedelinin ise 1.000.000 000 TL.’na baliğ olduğunu öne sürerek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak, 490.000.000 TL. alacağın ve 10.000.000 TL. maddi tazminatın dava tarihinden itibaren yürütülecek reeskont faiziyle birlikte hüküm altına alınmasını istemiştir.

Davalı; inşaası projeye bağlanmış 111 konutun satılmasına ve bankanın firmaya sağlayacağı garanti kredisine ilişkin bir sözleşmeyi dava dışı …… ile düzenlediklerini, sözleşmeyle anılan firmanın inşaatları 1.11.1990 tarihinde bitirip alıcılarına tapularını verme aşamasına getirmeyi kabul ve taahhüt ettiğini, banka olarak sadece konutların satışında vesair banka hizmetleri işlerinde firmaya ( komisyon karşılığı ) yardımcı olmayı yüklendiğini, konut alıcılarının ödemeyi kabul ve taahhüt ettiği peşinatlar bankaca kabul edilerek bloke bir hesaba ( havuz hesap ) alınıp ve bankaca firmaya stüasyonlar şeklinde ödeneceğini kararlaştırıldığını, anılan pazarlama ve garanti sözleşmesi doğrultusunda konut satışlarının …… Bankası şubelerince yapıldığını, bu sözleşmeye tab’an davacı ile “konut satış genel şartnamesi” düzenlediklerini, o nedenle yüklenici ve malikin …….. Firması olup inşaat teslim ve tapu, işlemlerinin bu firmaya ait olduğunu, davacının kabul ettiğini, banka olarak yalnız vekil-komisyoncu sıfatıyla hareket ettiğini, hiç bir şekilde inşaat ve satış sözleşmesinin tarafı olmadığını, davacının ancak sözleşme ve şartnamenin 5/d maddesince ödediği paranın % 30 faizi ile birlikte iadesini isteyebileceğini, asıl sorumlunun satılan konutların mal sahibi ve yapımcısı olan …… Firması olduğunu, savunmuş davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece; taraflar arasında düzenlenen adi konut satış şartnamesinin resmi biçimde düzenlenmediği için hukuken geçersiz olduğu, ……. Firması’nca inşaatın tamamlanıp tesliminin yüklenildiği; davalı ……. Bankası’nın ise pazarlamacı olduğunu, taraflar arasındaki geçersiz sözleşmenin ( B ) bendince davacının ödediği parayı yıllık % 30 faizi ile geri isteyebileceği kabul edilmiş 88.200.000 TL.nın 9.5.1990 tarihinden itibaren % 30 faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.

1- Davacının temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Bir davada ileri sürülen maddi olayların ve sözleşmelerin hukuki nitelendirmesini yapmak, uygulanacak hukuk kaidelerini bulmak ve uygulamak hakimin doğrudan görevidir ( HUMK. m. 76).

Uyuşmazlığın çözümü, davada dayanılan ve taraflarca 9.5.1990 tarihinde düzenlenen “Konut Satış Şartnamesi” başlıklı sözleşmenin hukuki tanım ve yorumunda toplanmaktadır.

Bir sözleşmenin niteliğini, yazılışı ve taşıdığı hükümler tayin eder. Yorum bir irade beyanının manasının tesbitidir. Bir akdin yorumunda, her iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki gerçek maksatlarını gizlemek için kullandıkları sözlere ve isimlere bakılmıyarak onların gerçek ve ortak maksatlarını objektif iyiniyet kuralları altında değerlendirmek, hakiki istek ve iradelerini belirlemek önemlidir ( BK. m.18 ). Anılan yasa maddesi uyarınca sözleşme yorumlandığında; davalı bankanın, …… Firması’nın, edimlerinden kaynaklanan tüm rizikoyu ( tehlikeyi ) davacıya karşı bağımsız ve asli bir taahhüt ile yükümlendiği diğer bir anlatımla, yüklenici firmanın ortaya çıkacak ekonomik açıdan zararlı eylemlerinin riskini müstakil bir sözleşme ile garanti ettiği kuşku ve duraksamaya yer olmayacak şekilde anlaşılmaktadır. O nedenle, sözleşme; hukuki mahiyeti itibariyle; BK.nun 110. maddesinde sözü edilen üçüncü şatısın fiilini taahhüt niteliğinde bir garanti akti olduğu açıktır.

Gerçektede; anılan maddede anlatılan başkasının fiilini taahhüt “üçüncü kişinin olumlu veya olumsuz, hukuki veya fiili belli bir davranışının taahüt edilmesidir ki; bu davranışın gerçekleşmemesi ve beklenen sonucun çıkmaması tehlikesini garanti verenin üstlenmesi şeklinde kendini gösterir. Hemen, yeri gelmişken bir yanlış yoruma gidilmemesi için şu noktayı belirtmekte yarar vardır. BK.nun 110. maddesinde “üçüncü kişinin fiilini taahhüt eden kimse” sözcüğü kullanılmakta ise de; böyle değildir.. Burada garanti veren, gerçekte üçüncü kişinin fiilini taahhüt etmemekte, fakat bu fiil yerine getirilmediği takdirde, bundan garanti alanın bir zarar görmiyeceğini garanti etmiş bulunmaktadır. Bu nedenledirki; garanti sözleşmesinde üçüncü kişinin belirli bir eylemi yapmasını veya yapmamasını temine çalışma vaadi sözkonusu değildir. Zira, böyle bir vaatte bulunan kimse sadece üçüncü kişiyi belirli bir hareket tarzına yöneltmek için aracılık etmeyi, gayret göstermeyi taahhüt eder. İşte böyle bir taahhüdün yerine getirilmemesi halinde BK. 110’a dayanılmaz, ancak 96. maddenin uygulanması gündeme gelir ( Bkz., Seza Reisoğlu, Garanti Mukavelesi, Ankara 1963, Sh.115 vd. ).

Dava konusu sözleşmenin hukuki nitelendirmesinin yeterince aydınlanması için aşağıdaki hususlara da değinilmelidir.

Hukuki yapıları itibariyle aralarında büyük farklılıklara rağmen uygulamada kefaletle; garanti sözleşmesinin ayrımında güçlüklerle karşılanıldığı görülmektedir. Nitekim, başkasının fiilini taahhüt şeklindeki garanti sözleşmeleri ile kefalet sözleşmeleri aralarında çok hallerde yakınlık görmek mümkündür. Çünkü; fiili taahhüt edilen üçüncü kişinin garanti alana karşı bir yükümlülük altına girmesi durumunda böyle bir fiilin kefaletle temin edilmesi de sağlanabilmektedir ( Bkz. Reisoğlu, age., sh.62 ). Ne varki garanti sözleşmesi fer’i nitelikte olmayan bir sözleşmedir. Garanti veren işin tehlikelerini ( riskini ) fer’i olmıyan bağımsız bir taahhütle kısmen veya tamamen üzerine almaktadır. İşte bunlar garanti sözleşmelerinin asli unsurunu oluşturur. Kefil asıl borçluya ait bütün def’ileri alacaklıya karşı dermeyan etmek hakkına haizdir BK. m. 497 ). Halbuki; kefalette kefilin borcunun fer’i nitelikte bulunmasına karşın garanti veren kimsenin borcu fer’i olmayıp bağımsızdır. O nedenle, kefalet akdinden kaynaklanan sorumluluk; alacaklı ile üçüncü kişi arasındaki borç ilişkisi hukuken geçerli olduğu sürece devam eder. Asıl borç herhangi bir nedenle sakıt olunca kefil borçtan kurtulur ( BK. m. 492 ). Oysa, garanti sözleşmesinde ise; üçüncü kişinin yükümü sona ermez. En önemlisi; edim geçerli bir borç ilişkisine vücut vermese veya borç ilişkisi sona erse bile garanti veren sorumludur. Bu bakımdan mahkemece sözleşmenin, geçersiz kabul edilmesi tamamen dayanaksız kalmaktadır.

Tüm açıklamaların ışığı altında; 9.5.1990 tarihli yanlar arasındaki sözleşmenin BK.nun 110 maddesinde yazıldığı biçimde üçüncü kişinin fiilini taahhüt anlamında bir garanti sözleşmesi olduğunun kabulü kaçınılmazdır. Esasen, davalının davacıya gönderdiği 9.5.1990 tarihli yazıda “adınıza tahsis edilen ( D ) Blok, 9. kat, 29 nolu daireniz bankamızın güvencesi ve garantörlüğü altındadır” şeklindeki bildirimi de az yukarda açıklanan kabulü doğrulamaktadır. Gerçektede, dosyada toplanan delil ve belgelerle kanıtlanan davalı bankanın ekonomik durumuna, devlet bankalarına duyulan oturmuş güven emniyet ve istikrara davacının inanarak sözleşme yaptığı olgusu da göz ardı edilmemelidir.

Esasen; 13.12.1967 tarih, 1966/16 esas; 1967/7 karar ve yine 11.6.1969 tarih, 1969/4 esas, 1969/6 karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarında da bu görüşler benimsenmiştir.

Sözleşmenin hukuki tanım ve yorumundan sonra zararın hukuki niteliği ve kapsamını tesbiti ile davada istenilen giderimin muaccelliği sorununun çözümüne sıra gelmiştir. BK.nun 110. maddesinde sözü edilen zarar olumlu zarardır. Garanti veren, o şeyin yerine getirilmemesi halinde olumlu veya karşılık mahiyette zarar ve ziyan tediyesine mecbur kalır. Garanti verenin giderim borcu sözleşmede başka türlü kararlaştırılmamışsa, rizikonun ( tehlikenin ) konusunu oluşturan zararın ortaya çıkması ile muacceliyet kazanır.

Dava dilekçesindeki açıklamalardan, davacının satım konusu dairenin teslim edilmemesinden kaynaklanan ifa menfaatini istediği belirgindir. Diğer bir ifade ile edimin imkansızlaştığı tarihteki dairenin gerçek değeri giderimin konusunu oluşturmaktadır. Hal böyle olunca, yanların delil ve karşı delilleri toplanarak davalı bankanın ilanlarla duyurduğu dairenin teslim tarihi belirlenmeli bu tarih itibariyle sözleşmede niteliği vurgulanan dairenin gerçek değeri uzman bilirkişi aracılığı ile tesbit edilmeli bulunacak değere istemle bağlı kalınarak hükmedilmelidir.

Mahkemece, davanın hukuki nitelendirilmesinde ve sözleşmenin yorumunda hataya düşülerek sadece ödenen satış parasına hükmedilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.

2- Bozma nedenine göre davalının temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yerel mahkeme kararının birinci bentte belirtilen gerekçelerle davacı yararına ( BOZULMASINA ), ikinci bent gereğince davalının temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmamasına, istek halinde peşin harcın iadesine, 18.4.1995 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İlgili Yazılar

whatsappdestek iletişim iletişim