Süreler hem maddi hukuk bakımından hem de usul hukuku bakımından önem arz etmektedir. Yargılama hukukunda maddi vakıanın aydınlatılıp uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için yargılama boyunca bir takım usul işlemlerinin yapılması zorunludur. Hem usul ekonomisi hem de adil yargılanma hakkı kapsamında davanın sürüncemede kalmayıp makul sürede sonuçlanabilmesi için usul işlemlerin belirli bir sürede yapılması öngörülmüştür. Örneğin; davaya cevap süresi, bilirkişi raporuna itiraz süresi, istinaf veya temyiz kanun yoluna başvuru süresi gibi bir çok usuli işlemin kanun veya hakim tarafından belirlenen sürede yapılması gerekmektedir. Sürelere ilişkin hükümler 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 90 ve devamı maddeleri ile düzenlenmiştir. Süreler kim tarafından belirlendiğine, kesin süre olup olmadıklarına yahut gün, hafta ya da ay olarak belirlenmiş olmasına göre çeşitli ayrımlara tabi tutulmuştur. Bu araştırmamızda ise diğer ayrımlara girmeksizin kesin süre kavramı üzerinde durulacaktır.
Kesin süre, HMK’nın 94. maddesi ile düzenlenmiştir. Kesin süre kanun ile belirlemiş olabileceği gibi hakim tarafından da tayin edilmiş olabilir. Kanun ile belirlenen süreler kesindir böyle bir durumda herhangi bir açıklama yahut ihtara gerek kalmaksızın kesin süre sonuçlarını doğurur ve kanunen belirtilmiş olan süre içerisinde işlemi yapmayan tarafın o işlemi yapma hakkı ortadan kalkacaktır. Örnekleyecek olursak davaya cevap süresi kanun ile belirlenmiş olduğundan kesin süredir ve kendisine tebliğ edilmiş olan dava dilekçesine süresi içerisinde cevap vermeyen davacı cevap dilekçesi sunma hakkı ortadan kalkar ve dava dilekçesindeki tüm vakıaları inkar etmiş sayılır.
Hakim tarafından belirlenen sürenin kesin süre olarak nitelendirilebilmesi için birtakım unsurların bir arada yer alması gerekmektedir. HMK’nın 94. maddesi “…Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Bu takdirde hâkim, tayin ettiği kesin süreye konu olan işlemi hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklar ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarını açıkça tutanağa geçirerek ihtar eder…” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre hakim tarafından verilen sürenin kesin süre olarak nitelendirilebilmesi ve kesin sürenin sonuçlarını doğurabilmesi için;
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise kesin sürê kararının verildiği duruşmada taraf hazır bulunmayabilir böyle bir durumda kesin süre kararının kendisi bakımından bağlayıcı olabilmesi için tarafa meşruhatlı tebligat gönderilmesi gerekmektedir. Kesin süreden tebliğ ile haberdar olunmuş olacağından süre tebliğ tarihinden işlemeye başlayacaktır. Konuya ilişkin Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 23.01.2020 tarihli, 2016/8908 Esas ve 2020/374 Karar sayılı kararında “…Somut olayda davacı vekilinin mazeretli olduğu için duruşmaya katılmadığı, 06.05.2016 tarihli celsede mahkemece, davacıya bilirkişi ücretinin yatırılması hususunda HMK’nın 94. maddesine uygun olarak kesin süre verilmiş ise de, bu hususta davacı vekiline Tebligat Kanunu hükümlerine uygun meşruhatlı tebligat yapıldığına ilişkin belgeye rastlanmadığı, bu durumda, HMK’nın 94. maddesi hükmüne uygun olarak verilmiş olan kesin sürenin sonuç doğurmayacağı gözardı edilerek davanın ispat edilemediği gerekçesi ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır…” ifadeleri yer almaktadır.
Sonuç olarak ister kanunla düzenlenmiş olsun isterse de hakim tarafından tayin edilmiş olsun; kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 20.01.2020 tarihli, 2019/4647 Esas ve 2020/225 Karar sayılı kararında “…İster kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi mümkün değildir. Bu itibarla, geciken adaletinde bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır…” ifadeleri yer almaktadır.
Son olarak hakim tarafından tayin edilmiş ve kesin olduğu belirtilmeyen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir; bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez. İkinci defa süre verilmiş olması halinde ihtarat ve benzeri diğer şartlar aranmaksızın bu süre kesin süre olarak nitelendirilecektir.