Hafta İçi : 09:00-18:00
·

Usulsüz Tebligat: Önemi ve Sonuçları

Tebligat, bilgilendirme yanında, belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Tebligatın usulüne uygun yapılması, adil yargılanma ilkesini sağlamak, hukuki dinlenilme hakkını korumak ve taraf teşkilini doğru şekilde belirlemek açısından büyük önem taşır.

Ancak bazen tebligat işlemleri usulüne aykırı bir şekilde gerçekleştirilebilir. Bu durumda, tebligat işlemi gerçekleşmiş olsa da usulüne uygun yapılmadığı için “usulsüz tebliğ” den bahsedilir. Örneğin, Tebligat Kanunu madde 23’te belirtilen kayıtlardan biri eksik olduğunda, yapılan tebligat usulsüz tebliğ’dir.

Usulsüz tebliğ durumuyla ilgili olarak önemli bir nokta, taşınır satış ilanıyla ilgilidir. İcra ve İflas Kanunu, taşınır satış ilanının tebliğini öngörmemektedir. Bu nedenle, taşınır satış ilanının borçluya usulsüz olarak tebliğ edilmesi durumunda, borçlu tebliğin usulsüz olduğunu gerekçe göstererek ihalenin feshini talep edemez.

Usulsüz tebliğ ve tebliğin yokluğu arasındaki farkı belirtmek önemlidir. Usulsüz tebliğde, bir tebliğ işlemi gerçekleşmiştir, ancak usulüne uygun yapılmamıştır. Tebligatın yokluğu durumunda ise hiçbir hukuki işlem tebliğ olarak nitelendirilmez.

Tebliğin yasal muhataba çıkarılması gerektiği durumlarda, tebligat işlemi başka bir kişi adına gerçekleştirilirse, tebliğ işlemi yasal muhatap için geçerli değildir. Bu durumda, tebligatın iki unsuru olan yazılı bildirim ve belgelendirme gerçekleşse bile, yasal muhatap için tebliğ işlemi gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla, mevcut olmayan bir tebliğ söz konusu olduğunda, usulsüzlükten bahsedilemez ve bu durumda Tebligat Kanunu madde 32 uygulanamaz.

Örneğin, alacaklının borçluya karşı ilamla takip başlattığında, icra emri borçlu müvekkil adına çıkarılarak borçluya tebliğ edilmişse, vekil adına çıkarılmış bir tebligat mevcut olmadığından “usulsüz tebligat” değil “tebliğin yokluğu” ndan bahsedilir. Yargıtay’ın 20.06.2013 tarihli kararı ise bu konuda farklı bir görüşü yansıtmaktadır.

Usulsüz tebliğ, muhatabın öğrenmesiyle geçerli hale gelebilirken, tebligatın yokluğunda ise tebliğ işlemi mevcut olmadığı için kanunun tebliğe bağladığı hukuki sonuçlar doğmaz. Örneğin, ihale tarihinden önce satışı öğrenen bir borçlu, usulsüz de olsa herhangi bir tebliğ işlemi olmadığından İcra ve İflas Kanunu’nun 127. maddesinde öngörülen satış ilanının tebliğ şartını yerine getirmemiş olur.

Sonuç olarak, usulsüz tebliğin hukuki sonuçları, muhatabın öğrenmesiyle geçerli hale gelirken, tebligatın yokluğunda ise tebliğ işlemi mevcut olmadığı için hukuki sonuçlar doğmaz. Usulsüz tebliğ durumunda adil yargılanma ilkesi, hukuki dinlenilme hakkı ve taraf teşkili gibi önemli unsurlar göz ardı edildiği için hukuki süreçlerde dikkatli olunması gerekmektedir.

Usulsüz Tebliğ: Beyan Tarihi İtibariyle Geçerlilik

Tebligat işlemlerinde usulsüzlük durumu ortaya çıktığında, tebliğin geçerli hale gelmesi için önemli bir nokta, muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarihtir. Tebligat Kanunu madde 32/2’ye göre, usulsüz tebliğ durumunda, muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih esas alınır. Muhatabın beyan ettiği öğrenme tarihinin aksi karşı tarafça tanıkla ispat edilemeyip, sadece yazılı belge ile ispatlanabilir. (Yargıtay 12.Hd., 22.04.2015, 2015/8686 E., 2015/10934 K.)

Bu durumda, usulsüz tebliğ yapıldığında, muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarihten itibaren usulsüz tebliğ geçerli hale gelir ve kanunun tebliğe bağladığı hukuki sonuçlar doğmaya başlar. Muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih, usulsüz tebliğin etkili olduğu ve hukuki sonuçların başladığı an olarak kabul edilir.

Bu düzenleme, muhatabın tebligatı gerçekten öğrendiğini beyan ettiği durumda, usulsüz tebliğin geçerli hale gelmesini ve hukuki sonuçların başlamasını sağlamaktadır. Muhatabın beyanı, tebliğin gerçekleştiği tarih olarak kabul edilir ve bu tarihten itibaren tebliğin etkileri başlar.

Örneğin, bir belgenin usulsüz bir şekilde tebliğ edildiği ve muhatap tarafından tebliğin öğrenildiği beyan edildiği bir durumu düşünelim. Bu durumda, muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarihten itibaren usulsüz tebliğ geçerli hale gelir. Beyan edilen tarihten itibaren kanunun tebliğe bağladığı hukuki sonuçlar doğar ve bu süreçte ilgili hukuki işlemler yapılabilir.

Sonuç olarak, usulsüz tebliğ durumunda muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih esas alınır ve usulsüz tebliğ, beyan tarihinden itibaren geçerli hale gelir. Kanunun tebliğe bağladığı hukuki sonuçlar, muhatabın beyan tarihinden itibaren etkinleşir. Muhatabın tebliği gerçekten öğrendiğini beyan etmesi, usulsüz tebliğin geçerlilik kazanmasını sağlar ve adil yargılanma ilkesi çerçevesinde önemli bir adım oluşturur.

Usulsüz Tebliğde Öğrenme Tarihinin İddia ve İspatı

Tebligat sürecinde usulsüzlük durumunda, muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih, tebliğin geçerli hale geleceği an olarak kabul edilir. Ancak Kanun, muhatabın beyanına itibar ederken, bu beyanın sözlü beyan mı, yoksa muhatabın hareketleri ve davranışlarıyla ortaya koyduğu irade beyanı mı olduğunu belirtmemiştir.

Bu bağlamda, muhatabın usulsüz tebliği daha önceki bir tarihte öğrendiğini iddia etmesi ve bu iddiayı ispat etmesi mümkündür. Kanun koyucu, muhatabın beyanını esas alırken, usulsüz tebliği daha önceki bir tarihte öğrendiğini gösteren muhatabın hareketlerini ve davranışlarını dikkate almayı öngörmüştür.

Örneğin, borçlunun ödeme emri tebliğinin usulsüz olduğunu ve takibin varlığını yeni öğrendiğini ileri sürmesi durumunda, muhatabın öğrenme tarihini belirtmemiş ve tebliğ tarihinin öğrenme tarihi olarak tespitini talep etmemiş olması, şikayet tarihinin öğrenme tarihi olarak kabul edilmesine engel teşkil etmez. Bu durumda, muhatabın beyanına değil, muhatabın hareketleriyle öğrenme tarihini gösterdiği önceki bir tarih tebliğ tarihi olarak kabul edilmelidir.

Muhatabın beyan ettiği tarihe karşı çıkan taraf, muhatabın beyanını tanıkla ispat edemese de, yazılı belgeyle ispatlanabileceğini unutmamak gerekir. Özellikle yazılı belge sunulması halinde, muhatabın bildirdiği öğrenme tarihinin doğru olmadığına dair kanıtlanabilir bir durum ortaya çıkarsa, tebliğ tarihinin bu belgeye göre düzeltilmesi gerekmektedir.

Adi haciz yoluyla takipte ödeme emrinin usulsüz tebliğ edildiği iddiasıyla icra mahkemesine başvuran borçlu örneğinde, borçlunun itiraz ettiği tarih, ödeme emrini öğrendiğini gösterir. Dolayısıyla, borçlunun itiraz ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilmelidir.

Sonuç olarak, usulsüz tebliğde muhatabın beyan ettiği tarihten önce tebliği öğrendiğinin iddia ve ispat edilebilirliği söz konusudur. Muhatabın sözlü beyanı yerine, muhatabın hareketleri ve davranışlarıyla daha önceki bir tarihte tebliği öğrendiğini göstermesi, iddia ve ispat edilebilir bir durumdur. Kanun, muhatabın beyanını esas alırken, yazılı belgeyle desteklenen öğrenme tarihini dikkate almayı öngörmüştür.

Tebliğ Usulsüzlüğünün Denetim Görev ve Sorumluluğu

Tebliğin usulsüzlüğünü denetim görev ve sorumluluğu, tebliği gerçekleştiren mercide aittir. Tebliğin usulüne uygun bir şekilde yapılması için, tebligat kanunu ve bu kanunun uygulanması için çıkarılan tebligat tüzüğü hükümlerinin titizlikle uygulanması gerekmektedir. Bu nedenle, bir davada yapılan tebligatların usulüne uygun olup olmadığının hakim tarafından resen denetlenmesi gerektiği Yargıtay tarafından kararlaştırılmıştır.

Kanun koyucu, icra dairesine karşı şikayet yolunu öngördüğünden, icra dairesi kendi yaptığı hatalı işlemleri düzeltemez. İcra tebliğleri, PTT veya memur vasıtasıyla icra dairesi adına gerçekleştirildiğinden, icra dairesi tarafından yapılan icra işlemleri olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple, icra tebliğlerinin usulsüzlüğüne ilişkin şikayet hakkı borçluya aittir ve icra müdürlüğü tarafından doğrudan geçersiz sayılamaz.

Sonuç olarak, tebliğin usulsüzlüğünün denetim görev ve sorumluluğu tebliği gerçekleştiren mercide aittir. Tebliğin usulüne uygun bir şekilde yapılması için titizlikle uygulanması gereken hükümler bulunmaktadır ve bu husus hakim tarafından resen denetlenmelidir. İcra tebliğlerinin usulsüzlüğüne ilişkin şikayet hakkı ise borçluya aittir ve icra müdürlüğü tarafından doğrudan geçersiz sayılamaz.

Tebliğin Usulsüz Olduğunu İleri Sürebilecek Kişi, Süre, Yer ve Sonuçları

1- Tebliğ konusu bir işleme karşı, tebliğin usulsüz olduğunu ileri sürme hakkı sadece muhatap tarafından kullanılabilir. Başvuru yapılacak yer ise ilgili mercidir. Örnek olarak, alacaklı satış ilanının borçluya tebliğ edilmediği iddiasıyla ihalenin feshi talebinde bulunmak için yalnızca borçlu başvuramaz.

2- Usulsüz tebliğin varlığı bir gerçektir, bu nedenle tebliğin usulsüz olduğunun tespiti için ayrı bir tespit davası açılamaz. Tespit davası sadece olayların tespiti veya bir hak veya hukuki ilişkinin varlığının veya bir belgenin sahte olup olmadığının tespiti için kullanılabilir.

3- Tebliğin usulsüz olduğu durumlarda “eski hale getirme” veya “gecikmiş itiraz” gibi hukuki yollara başvurulamaz. Başka bir deyişle, usulsüz tebliğ ile eski hale getirme veya gecikmiş itiraz uygulanmaz.

Usulsüz tebliğ durumunda, kanunun tebliğe bağladığı hukuki sonuçlar doğmayacağından dolayı, örneğin tebliğ ile başlayan süreler işlemeyecektir. Usulsüz tebliğ, muhatabın öğrendiğini beyan ettiği tarihte geçerli hale geleceği için süreler ancak bu tarihten itibaren işlemeye başlar.

Borçlunun, usulsüz tebliği öğrendiği tarihten itibaren 7 gün içinde icra mahkemesine şikayet yoluyla başvurarak tebliğin usulsüz olduğunu ileri sürmesi gerekmektedir. Aynı zamanda, normal itirazda bulunmak için de icra dairesine başvurması gerekmektedir.

Usulsüz tebliğ durumunda, tebligatın ve tebliğ konusu ödeme emrinin iptali kararı verilemez.

Sonuç olarak, tebliğin usulsüz olduğunu ileri sürebilecek kişi sadece muhatap olup, başvuru yapılacak yer ilgili mercidir. Usulsüz tebliğin tespiti için ayrı bir tespit davası açılamaz. Usulsüz tebliğin varlığında “eski hale getirme” veya “gecikmiş itiraz” gibi hukuki yollara başvurulamaz. Borçlu, usulsüz tebliği öğrendiği tarihten itibaren 7 gün içinde şikayet yoluyla icra mahkemesine başvurmalı ve aynı zamanda icra dairesine normal itirazda bulunmalıdır. Usulsüz tebliğ durumunda, tebligatın ve tebliğ konusu ödeme emrinin iptaline karar verilemez.

İcra Tebliğlerinin Usulsüzlüğü Nedeniyle Oluşan Zarardan PTT Genel Müdürlüğü ve Adalet Bakanlığının Sorumluluğu

1- PTT Genel Müdürlüğü, adli makamlar tarafından yapılan dava veya takip tebligatlarının doğru ve güvenli bir şekilde adrese teslim edilmesi ve bu süreçlerin denetlenmesi gibi kamu hizmeti görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Adli tebligatlarla ilgili idari faaliyetler, PTT’nin tekel şeklinde yürüttüğü kamusal bir faaliyet olup, bu görevin ihmal edilmesi veya yetersiz şekilde yerine getirilmesi hizmet kusuru olarak değerlendirilebilir. Bu durumda, zarar gören kişi idari yargıda tam yargı davası açarak idareye karşı sorumluluk iddia edebilir.

2- İcra müdürünün, muhatap adına yapılan tebligatların gerçekten var olan kişilere ait olup olmadığını ve kimlik bilgilerini kontrol etme gibi bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bu nedenle, muhatap adına yapılan usulsüz tebligatlar sonucunda zarara uğrayan kişi, Adalet Bakanlığını sorumlu tutamaz. Adalet Bakanlığı, icra tebliğlerinin usulüne uygun şekilde yapılması için genel politikalar belirleyebilir ve gerekli düzenlemeleri yapabilir, ancak bireysel tebligatların doğruluğu ve usulsüzlük kontrolü icra müdürlüklerinin sorumluluğundadır.

Sonuç olarak, icra tebliğlerinin usulüne uygun yapılmaması nedeniyle oluşan zarardan dolayı PTT Genel Müdürlüğü ve Adalet Bakanlığı sorumlu tutulamaz. PTT, adli tebligatların doğru bir şekilde teslim edilmesi ve denetlenmesi görevini yerine getirmekle yükümlüdür. Adalet Bakanlığı ise genel politikalar belirleyerek ve düzenlemeler yaparak icra tebliğlerinin usulüne uygun yapılmasını sağlamaktadır.

Cezai Hükümler – Tebligat Kanunu

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “cezai hükümler” başlığını taşıyan üçüncü babı, tebligat işlemlerine ilişkin cezai yaptırımları içermektedir. Bu hükümler, tebligat kanununu uygulamakla görevli olanları ve tebligat yapılması gereken durumlarda yanlış bilgi verenleri, yalan beyanda bulunanları, tebligatı almamayı tercih edenleri, tebliğ evrakına zarar verenleri ve talik edilen evrakı bozanları kapsamaktadır.

Tebligat kanununu uygulamakla görevli olanlar, yasalara uygun şekilde tebligat işlemlerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Ancak, bu kişilerin ya da tebligat yapılması gereken durumlarda kendilerine veya başkalarına ait isim ve adresi yanlış bildirenler cezai sorumluluk altına girebilirler. Yanlış bilgi vermek, tebligatın doğru bir şekilde gerçekleştirilmesini engeller ve hukuki süreçlerin etkin bir şekilde işlemesini zorlaştırır.

Kendisi veya muhatabı hakkında tebliğ memuruna yalan beyanda bulunanlar da cezai yaptırımlarla karşılaşabilir. Yalan beyan, tebligat sürecinin adil ve doğru bir şekilde yürütülmesini engeller ve hukuki güvenceleri zayıflatır.

Kendisine veya muhataba yapılan tebligatı kanunen mecbur olduğu halde almayanlar da cezai sorumlulukla karşı karşıya kalabilirler. Tebligatın alınmaması, ilgili kişinin haklarını koruma yeteneğini sınırlar ve hukuki sürecin etkin bir şekilde ilerlemesini engeller.

Tebligat evrakına veya ihbarnameye karşı koyanlar ile talik edilen evrakı koparan, okunmaz hale getiren veya imha edenler de cezai yaptırımlara tabi tutulabilirler. Bu tür eylemler, tebligatın geçerliliğini etkileyerek hukuki güvencelerin sağlanmasını zorlaştırır.

Tebligat Kanunu’nun cezai hükümleri, tebligat işlemlerinin düzgün ve adil bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Bu yaptırımlar, hukuki süreçlerin etkinliğini artırarak taraflar arasındaki iletişimi güçlendirmekte ve hukuki hakların korunmasına katkıda bulunmaktadır.

Tebligat Kanunu’nu uygulamakla görevli olanların işleyebilecekleri suçlar ve cezai hükümler aşağıdaki şekildedir:

Tebligat Kanunu’nun uygulanmasında görevli olan memur ve hizmetliler ile mahalle, köy muhtar ve ihtiyar heyeti ve meclisi azaları, görevlerini yerine getirirken işledikleri suçlar ve kendilerine karşı işlenen suçlar bakımından Türk Ceza Kanunu’nun kamu görevlisine ilişkin hükümlerine tabi tutulurlar. Tebligat Kanunu’nun 52/1. maddesi bu durumu açıkça ifade etmektedir.

Tebligat işlemlerinin yürütülmesi sırasında görevli olan bu kişiler, kamu görevlisi olarak kabul edilir ve işledikleri suçlarla ilgili olarak Türk Ceza Kanunu’nda belirtilen cezai yaptırımlara tabi tutulabilirler. Bu suçlar, görevlerini kötüye kullanma, yetkilerini aşma, rüşvet alma veya verme, görevi ihmal, zimmete para veya eşya geçirme gibi kamu görevlileriyle ilgili genel suçlar olabilir.

Tebligat Kanunu’nun 52/2. maddesi ise, bu suçlarla ilgili yapılacak takibatın, ceza uygulamasına engel olmadığını belirtmektedir. Yani, tebligat işlemleriyle ilgili suçlar işlendiğinde, ilgili kişiler hakkında cezai soruşturma ve kovuşturma yapılabilir ve gerekli cezai yaptırımlar uygulanabilir.

Bu hükümler, tebligat işlemlerinin düzgün bir şekilde yürütülmesini sağlamak, görevlilerin hukuka uygun davranmasını teşvik etmek ve suçların cezalandırılmasını temin etmek amacıyla düzenlenmiştir. Bu sayede, tebligat sürecinde görevli olan kişilerin yasaları ihlal etmeleri durumunda, hukuki bir sonuç doğuracak cezai yaptırımlar uygulanabilir.

Tebligat Kanunu’na göre işlenebilecek suçlar ve bu suçlarla ilgili cezai hükümler:

  1. Yanlış Adres Bildirme: Tebligat yapılması gereken durumlarda bir kişi, kendisine veya başkasına ait isim veya adresi yanlış olarak bildirirse, bu kişi hakkında 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası uygulanır. Bu hüküm, Tebligat Kanunu’nun 53. maddesinde yer almaktadır.
  2. Tebliğin Yeniden Yapılması İçin Hile Kullanma: Karşı tarafın hükme etkili hile kullanmış olması, yargılamanın yenilenmesi sebeplerinden biridir. Bilerek ve isteyerek hasmın adresinin yanlış bildirilmesi ve bu şekilde kararın kesinleştirilmesi yoluyla tebligat hilesi yapıldığında, hile öğrenildiği tarihten itibaren üç ay içinde yargılamanın yenilenmesi talep edilebilir. Hilenin bir ceza mahkemesi kararı ile tespiti gerekli değildir. Hile iddiası, yargılamayı yapacak mahkemeye bildirilir ve bu mahkeme tarafından incelenir.
  3. Yalan Beyan: Muhatap, kendisi hakkında veya muhatap adına adli tebligatı kabul etme yetkisine sahip kişiler, muhatap hakkında yalan beyanda bulunursa veya bir kişi, muhatap veya muhatap adına tebligatı kabul etme yetkisi olmadığı halde kimlik ve sıfatı hakkında tebliğ memuruna yalan beyanda bulunarak tebliğ evrakını alırsa, daha ağır bir cezayı gerektirmeyen durumlarda hapis cezası öngörülmüştür. Bu suçlar, Tebligat Kanunu’nun 55/1. maddesinde düzenlenmiştir.
  4. Tebliğ Evrakının Muhatabına Verilmemesi ve Tebligatı Kabulden Kaçınma: Kendisine yapılması gereken tebligatı almayan muhatap veya muhatap adına tebligatı kabul etme mecburiyetine sahip olup da tebligatı kabul etmeyen kişiler hakkında yukarıda belirtilen cezalar uygulanır. Bu hüküm, Tebligat Kanunu’nun 54/2. maddesinde yer almaktadır.
  5. Tebliğ Evrakının Taliki ile İlgili Suçlar: Tebligat Kanunu’na göre tebliğ evrakının veya ihbarnamenin talikine karşı koyanlar ile talik edilen evrakı bulunduğu yerden koparan, imha eden veya okunamaz hale getirenler hakkında üç aydan bir yıla kadar hapis ve yirmi beş günden yüz elli güne kadar adli para cezası uygulanır.

Yukarıdaki hükümler, Tebligat Kanunu’nun ilgili maddelerinde düzenlenmiş olan cezai hükümleri içermektedir. Bu hükümler, tebligat işlemlerinin düzgün bir şekilde yürütülmesini sağlamak, suçların cezalandırılmasını temin etmek ve hukuka uygunluğu sağlamak amacıyla oluşturulmuştur.

Usulsüz tebligata ilişkin bazı Yargıtay kararlarına sitemizden ulaşabilirsiniz.

Bu konudaki yasal düzenlemeler ve yargı içtihatları zaman içinde değişebilir. Dolayısıyla, kesin ve güncel bilgilere ulaşmak için ilgili mevzuatı incelemek ve bir hukuk uzmanına danışmak önemlidir. Konu ile ilgili profesyonel bilgi almak için bize ulaşabilirsiniz.

Tel: +90 216 349 44 85

GSM: +90 532 302 03 17

E-mail: [email protected]

Sitemizde yayınlamış olduğumuz güncel makalelere buradan da ulaşabilirsiniz. 

KAYNAKÇA: Prof.Dr. Timuçin MUŞUL “Tebligat Hukuku” 6. Baskı Adalet Yayınevi Ankara-2016, https://karararama.yargitay.gov.tr/

İlgili Yazılar

whatsappdestek iletişim iletişim