DEPREMDE MÜTEAAHHİDİN VE İDARENİN SORUMLULUĞU
Depremde Müteahhidin Ve İdarenin Sorumluluğu
Ülkemiz coğrafik olarak en aktif deprem kuşaklarından biri üzerindedir. Dolayısıyla ülkemizde hayatın en büyük gerçeklerinden birini deprem(zelzele) oluşturmaktadır. Ülkemizin her bölgesinde deprem riski bulunmakla birlikte deprem öncesi ve deprem sonrası hukuki açıdan ne tür önlemler alabileceğimiz büyük önem arz etmektedir. Deprem hem maddi, hem manevi sonuçları beraberinde getirmektedir. Bu sonuçlar dolayısıyla kimin, kimlerin ne açıdan sorumlu olacağı ise en çok merak edilen konuların başında gelmektedir. Bu noktada ele adlığımız yazıda idarenin ve müteahhidin sorumluluğuna değineceğiz. Aynı zamanda depremde evi hasar görenler ne yapmalı , kalitesiz malzeme kullanılması nedeniyle binanın yıkılmasında kimler sorumludur, binanın yıkılması nedeniyle idareye tazminat davası açılması gibi soruların cevaplarını da yazımızda bulmak mümkün olacaktır.
DEPREMDE İDARENİN SORUMLULUĞU
Anayasanın 125. Maddesinde “ İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” Hükmü yer almaktadır. Anayasanın 125. Maddesi gereği idare kendi eylem ve işlemlerinden dolayı meydana gelecek zararı ödemekle yükümlü olacaktır.
İdare hukukunda sorumluluk kusurlu sorumluluk ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılır. İdarenin kusurlu sorumluluğu hizmet kusuru sorumluluğudur. Kamu hizmetinin yürütülmesi ve işletilmesi esnasında idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka aykırı olması sebebiyle meydana gelecek zarar noktasında idarenin kusurlu sorumluluğu oluşacaktır. Dolayısıyla bu zararın idarece tazmin edilmesi gerekmektedir. Kusursuz sorumluluğunda ise idarenin herhangi bir kusuru olmaksızın idari faaliyet sonucu meydana gelen zarar arasında bir nedensellik bağı kurulabiliyorsa bu noktada da kusursuz sorumluluğu meydana gelecektir. Nedensellik bağının kurulamadığı noktada idarenin sorumluluğuna gidilemeyecektir. Bu noktada idarenin sorumluluğuna gidilemeyecek ya da idarenin sorumluluğunun azaltılacağı halleri şu şekilde sıralayabilir;
-Mücbir sebep
-Beklenmeyen Durum
– Zarar Gören Kişinin Davranışı ve Üçüncü Kişinin Davranışı
Mücbir sebebi ele aldığımızda mücbir sebep olarak bir olayı nitelendirebilmek için öncelikle olayın gerçekleşmesinde idari bir eylemin bulunmaması gerekmektedir. İdarenin eylemi dışında gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Mücbir sebebin diğer bir şartı öngörülmezlik (önceden tahmin edilmesi imkânsız durum) de gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Üçüncü şartımız ise yaşanan olaya daha önce karşı konulamayacak ve önlenemeyecek bir olay olmalıdır. Bu noktada mücbir sebebi ele alma sebebimiz depremin bir mücbir sebep olup olmayacağıdır.
DEPREM BİR MÜCBİR SEBEP MİDİR?
Deprem mücbir sebep midir konusunda tam olarak mücbir sebeptir ya da mücbir sebep değildir demek doğru olmayacaktır. Depremin yaşandığı bölgenin bu noktada ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir deprem coğrafyasında depremin yaşanması mücbir sebep sayılamayacakken depremin hiç yaşanmadığı çok nadir rastlandığı yerde bu mücbir sebep olarak değerlendirilecektir.
Ülkemiz deprem coğrafyasında bulunmakta ve deprem haritası mevcut bir ülkedir. 18.04.1996 tarih ve 96/8109 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe giren Türkiye Deprem Bölgesi Haritası mevcuttur. Haritaya bakıldığında ülkemizin büyük bir kısmı deprem bölgesi içerisindedir. Bu noktadan
hareketle ülkemizde idarece hangi bölgeler için ne tür önlemler alınabileceği, alınan önlemler sonucu oluşabilecek zararın minimuma indirilebileceği aşikârdır. Bu tarz önlemlerin alınmaması durumunda idarenin hizmet kusuru nedeniyle sorumluluğuna gidilecektir. Bu noktada Danıştay 11. Dairesi tarafından verilmiş olan karar şu şekildedir:
T.C.
DANIŞTAY
- DAİRE
- 2005/1353
- 2007/6248
- 29.6.2007
“…..Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir.
Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin “olumsuz eylem” olarak kabulü gerekmektedir.
Mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal, toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilememezlik, karşı konulamamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici öğelerini oluşturmaktadır.
Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin “olumsuz eyleminin” bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır.
Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depremin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir…..” şeklinde verilmiş olan Danıştay kararında deprem bölgesinde yer alan bölgede depremin mücbir sebep sayılmayacağı yönündeki kararı mevcuttur.
DEPREMDE MÜTEAHHİDİN SORUMLULUĞU
Depremde müteahhidin hukuki sorumluluğuna gidilebilmesi için inşa edilen yapının mevzuattaki hükümlere uygun olarak yapılıp yapılmadığı önem arz etmektedir. Müteahhitlerin gerekli özeni göstermiş olması ve aynı zamanda ruhsata uygun bina inşa etmesi gerekirken bu hususların meydana gelmemesi sonucunda hukuki sorumlulukları ortaya çıkacaktır. Müteahhidin sorumluluğuna gidilirken ‘kusur’ unsurunun mevcut olması gerekecektir. Kusur unsuru oluşmuş olan bir somut durumda müteahhidin kanun gereği ayıba karşı tekeffül sorumluluğuna gidilecektir. (TBK 471,472,473,474)
Müteaahhidin ayıba karşı tekeffül sorumluluğu doğması için eserin teslimi gerekmektedir. Teslim alan eseri kontrol ettikten sonra eksik olması durumunda derhal eksikliği müteahhide bildirmelidir. İş sahibinin ihbar ve kontrol sorumluluğu sadece açık ayıplar içindir. Sonradan meydana gelen eksiklikler için iş sahibi kusuru müteahhide bildirmelidir. Bildirim sonrası iş sahibinin TBK 475.maddesi gereği seçimlik hakları bulunmaktadır. Bunlar şu şekildedir; Kusurun giderilmesini isteme, Bedel iadesi, Sözleşmeden dönme. Bu noktada müteahhidin sorumluluğu eserin tesliminde itibaren 5 yıl ağır kusurdan kaynaklıysa 20 yıldır.
MÜTEAHHİDİN CEZAİ SORUMLULUĞU
Deprem sonrasında yapılmış olan binanın kalitesiz malzeme kullanılması sonucu bina yıkılmış ise binanın yapında rol oynayan bina sahibi, mesul mühendis, inşaat ustası, ve müteahhit bilinçli taksirle ölüme neden olma suçundan sorumludur.
TCK Madde 85 hükmü ” Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan on beş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ”
Taksirle yaralama suçu TCK 89. maddesinde düzenlenmiştir:
TCK Madde 89 hükmü “ Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” Bahsedilen hükümler gereği cezai sorumlulukları doğacaktır.
Bu hususta Yargıtay 12. Ceza Dairesinin kararı önem arz etmektedir.
T.C. YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ E. 2020/12133 K. 2022/10714 T. 27.12.2022